2018 Cumhurbaşkanlığı seçimleri tahminlerim

Erken seçime iki aylık bir süre kala, baş döndüren gelişmeler yaşanıyor. MHP ve AKP bir baskın erken seçim alarak zaten her şeyin ne kadar kritik olduğunun işaretini vermişlerdi.

Gerçek şu ki, Abdullah Gül’ün tekrar aktif siyasete gireceğine inanmıyordum. Fakat şimdi görünüyor ki, yıllardır tam doğru anı arıyormuş. Ve o ana kadar da, ne etliye ne sütlüye karışarak siyasi gücünü korumuş. Bugün geldiğimiz noktada bu seçimlerin kilit ismi haline gelmiş olmasını bu tarafsız ve siyaset üstü tavrına bağlıyorum.

Peki Abdullah Gül, nasıl aday olacak? Bağımsız aday mı? Saadet Partisinin adayı mı? SP ve İYİ Partinin ortak adayı mı (Meral Akşener’in adaylıktan çekilmesiyle)? Yoksa, içinde CHP’nin de olacağı bir ittifakın çatı adayı mı?

Sonuncusu, tam bir ikinci Ekmeleddin vakası olabilir. Tayyip Erdoğan’ın meydanlara çıkıp “topunuz gelin” nidalarını atmasıyla, Tayyip Erdoğan taraftarlarının kenetlenmesini sağlar. Ayrıca CHP seçmenin önemli bir kısmı Abdullah Gül’e oy vermeyi reddeder. Bu sayede, seçim 1. turda Tayyip Erdoğan lehine sonuçlanabilir.

Meral Akşener’in çekilerek SP ve İYİ Parti ittifakının adayı olan bir Abdullah Gül’le Tayyip Erdoğan’ın oylarından alarak seçimin 2. tura kalması garantilenir. İkinci tura Abdullah Gül ve Tayyip Erdoğan kalırsa, bu seçimi Abdullah Gül kazanır.

Diğer iki ihtimal ise, Abdullah Gül’ün SP’den aday olması veya bağımsız aday olması. Bu durumda da seçimin 2. tura kalacağını düşünüyorum. Fakat bu durumda Abdullah Gül, 2. tura kalmayı başaramayabilir. 2. tura CHP’nin adayının kalması muhtemel olur (her kim olacaksa). Halk, 2. turda Tayyip Erdoğan’ı tekrar Cumhurbaşkanı seçer.

Şimdilik benim tahminlerim bunlar. Her gün yaşanan gelişmelerle durumlar, ihtimaller çok hızlı değişiyor. Ben de heyecanla takip ediyorum. Farklı gelişmeler oldukça, buradan paylaşacağım.

Sandıklı’da haftanın günlerinin isimleri

Sandıklı’da ve Anadolu’nun bir çok kasabasında haftanın günlerine farklı isimler takılmış. Tahmin ediyorum ki, Cumhuriyet’in ilanından önce bu konuda da yurt genelinde tam bir kargaşa hakimdi. Bu konuyu araştırmak lazım. Ama şunu net bir şekilde biliyoruz ki, Cumhuriyet öncesinde ne kullanılan takvimde ne de kullanılan saatlerde bir birlik vardı. Tam bir kakofoni söz konusuydu. Tabii, halkında kolunda saat mi vardı ki, diye de sorulabilir.

İşte babaannemden öğrendiğim şekliyle Sandıklı’da haftanın günlerinin isimleri:

Haftanın günleri Sandıklı’da haftanın günleri
Pazartesi Pazar
Salı Pazarertesi
Çarşamba Işıklıpazarı
Perşembe Cumaakşamı
Cuma Cuma
Cumartesi Cumaertesi
Pazar Dernek

 

Kıyıya vuran çocuğun suçlusu ben değilim!

Ben değilim. Kıyıya vuran çocuğun suçlusu ben değilim. İnsanlık da ölmedi, kıyıya da vurmadı.

Fotoğraf çok etkileyici. İnsanın canını acıtıyor adeta. Üzülüyor insan. Hatta kahroluyor.

Ama bu olayın vebali benim üzerimde değil kardeşim.

Benim ülkem kapılarını ardına kadar açmış, bu insanların milyonlarcasını besliyor. Bunu da insanlık adına yapıyor. İyi de yapıyor.

Ama bir baba ve bir anne iki küçük yaşta çocuğu ile bir lastik bot üzerinde kaçmaya çalışıyorsa ve bu bot alabora olup da çocuklar ve anne boğularak ölüyorsa, bunun suçlusu neden ben olayım? Veya neden tüm insanlık olsun?

Bu insanları biz kovalamadık ki? Kendi istekleri ile ve bariz ölüm riskini göze alarak Almanya’ya kaçmaya çalıştılar. Ne yapalım yani, kaçanlara özel feribot mu tahsis edelim?

2015 Genel Seçim Tahminlerim

2015 genel seçimlerinin yapılmasına 48 saatten az bir süre kaldı. Ben ve benim yaş grubumdaki birçok kişi için bu seçim şimdiye kadarki en kritik seçim olacak. Kişisel tahminlerime göre gerçekleşmesi muhtemel üç tane senaryo var. Bu senaryoların her birinin de doğuracağı sonuçlar birbirinden farklı ve ilerisi için getireceklerini öngörmek oldukça zor.

Bu senaryolardan ilki HDP’nin baraj altında kalması ve AKP’nin 300’ün üzerinde milletvekilini meclise sokması. Bu durumda kuvvetli bir AK Parti iktidarı ile devam edilecek. İkinci senaryo ise HDP’nin barajı geçmesi ve AK Parti’nin yine de 276 veya daha fazla milletvekilini meclise sokarak tek başına iktidar olması. Son olarak ise HDP’nin barajı geçmesi ve AKP’nin milletvekili sayısının 276’nın altında kalması ile koalisyon yönetimi zorunluluğunun oluşması.

Son bir senaryo daha var ki, cemaat çevrelerine yakın bir anket firmasına göre AKP oyları %40 seviyesinin altında kalacak ve bir MHP-CHP koalisyonunun iktidara taşınması mümkün olabilecek. Bu bence en zayıf ihtimal.

Kesin olan bir şey var ki, bu seçimlerde kan kaybeden taraf AKP olacak. 2011 genel seçimlerinde aldığı %49 dolaylarındaki oyu kabaca %45-40 seviyelerine düşecek.

Bu seçimler kritik olmasına rağmen seçmende daha önceki seçimlerdeki heyecanı göremiyorum. HDP seçmeni dışında diğer partilerin destekçilerinde yeterli heyecan yok. HDP seçmeni ise oldukça heyecanlı ve istekli. HDP oylarının tam baraj sınırında olması ve ilk defa bir “Kürt” partisinin 60 civarında milletvekili temsil edilebilecek olması onları heyecanlandırıyor. Bu sayede ben HDP’nin barajı geçeceğine inanıyorum.

HDP’nin barajı geçmesi durumunda ise kuvvetle muhtemel ki AKP %45’in üzerinde oy alamayacağı için 8 Haziran koalisyon pazarlıklarının yapılmaya başlandığı bir gün olacak. Kur piyasalarındaki son hareketi birçok analist koalisyon ihtimalinin kuvvetlenmesine bağlıyor.

Piyasalardaki bu harekete bakarak ben de diyorum ki, piyasalar boşuna hareketlenmez. Koalisyon ihtimali artık çok yakın.

Peki koalisyon felaket mi dir? Bence hayır. Türkiye ekonomisinin büyümesindeki yavaşlama artık yadsınamaz bir gerçek. Her ne kadar bu yavaşlama çoğunlukla yurtdışı kaynaklı da olsa, bu iktidar partisinin güç kaybetmesine sebep olacaktır. Yani bir koalisyon yönetiminin ortaya çıkması olayların doğal seyri gereğidir. Bu yüzden ekonomi üzerindeki etkisi çok sert olmayacaktır. İlk günlerde sert hareketler olsa da, ekonomi politikasında genel haliyle koruyacak bir ekonomi yönetiminin başa gelmesi ile piyasalara ihtiyaç duyulan güven verilebilir.

Sonuç olarak önce bir anket sonucunu paylaşacağım sonra da kendi tahminlerimi yazacağım. Benim tahminlerim ankete oldukça yakın olacak çünkü daha önceki seçimlerde anket sonuçlarının oldukça tutarlı olduğunu tecrübe ettim. Yine de HDP’nin tam baraj sınırında olduğu bir gerçek. Anketlerde kabul edilen yarımşar puanlık sapma durumunda dahi seçim sonucu tamamen değişecek. Bu seçimi böyle kritik yapan da bu zaten.

ANDY-AR şirketinin anket sonuçları (21-24 Mayıs tarihli):

AKP: %41,9

CHP:%25,8

MHP: %16,0

HDP: %10,7

Benim tahminlerim:

AKP: %43,2

CHP: %26,8

MHP: %15,2

HDP: %10,2

Seçim sonuçları belli olduktan sonra görüşmek üzere…

Ilımlı Suriye Muhalefeti ve Husiler

Gün geçmiyor ki İslam coğrafyasında yeni bir kargaşa yeni bir kavga başlamasın. Arap baharı denen olayların yaşanmasından bu yana Arap coğrafyası hep kışı yaşıyor. Suriye, Mısır, Libya, Irak ve şimdi de Yemen. Her birinin durumu diğerinden karışık.

Şimdi de Yemen’de Husiler meydana çıktı. Konuyla ilgili kısıtlı bilgi var. Husiler’in Şii olduğunu biliyoruz. Onun dışında Türkçe veya İngilizce okunabilen medyada konuyla ilgili çok fazla bilgi yok.

Yemen’deki olaylar uzun zamandır devam ediyordu.  Yemen Cumhurbaşkanı’nın ülkeyi terketmek zorunda kaldığı haberiyle, olaylar Dünya gündemine girmiş oldu. Hemen ardından, başını Suudilerin çektiği bir grup ülke Yemen’i, Husileri, bombalamaya başladı. Türkiye’de bu koalisyon’a desteğini açıkladı.

Peki meşru bir hükümete başkaldırı, isyan ne zaman meşru olur? Suriye’de meşru sayılan ılımlı muhalefet, Yemen’de neden terörist olarak addedilir? Aralarındaki farklar nedir?

Şuan için aralarındaki tek fark mezhep gibi gözüküyor. En azından elimizdeki kısıtlı bilgiden elde edebildiğimiz sonuç bu. Umudum, bu koalisyon ülkelerinin tonlarca bombayı ve muhtemel bir kara harekatını yapmak için geçerli sebeplerinin olması.

Yine de bu yaşananlar, Yemen’de IŞİD örgütü benzeri aşırı bir hareketin oluşumunun tohumlarının atılması gibi. Maalesef…

IŞİD ve Suriye’de Yaşananlar / Bölgesel Güç Türkiye

IŞİD ve Suriye’de yaşananlar kafamı bir hayli karıştırdı. Gerçekte neler yaşandığını bilmek ve sebeplerini anlamak çok güç. Eskiden beri medyamız belli güçlerin kontrolünde, kendilerine uluslararası ajanslardan geçilen haberleri konjonktürün gerektirdiği şekilde yontarak ve yorumlayarak bize aktarırdı. Şimdi ise bu çok daha belirgin ve rahatsız edici. Aynı olayların birkaç ay içerisinde bir o türlü bir bu türlü aktarılmasından dolayı haberlere güvenim kalmadı.

Irak-Şam İslam Devleti veya Islamic State veya الدولة الإسلامية veya başka dillerde başka isimler. Ölen on binlerce insana, ülkemiz hükümetinin bas bas bağırmasına rağmen Batı medyası hiç umursamamıştı IŞİD’i ve Suriye’de yaşananları. Ne zaman ki James Foley, Steven Sotloff ve David Cawthorne Haines IŞİD tarafından infaz edildi, herşey bir anda değişti. AK Parti destekli medya daha önce IŞİD haberlerini verirken nötr bir ton kullanırken, idamlardan sonra birden düşman kesildiler. Hatta IŞİD terörünün vahşetini dallandıran budaklandıran özel programlar hazırlar oldular. ABD’de ikamet eden Fethullah Gülen bile IŞİD’i öldürülen gazeteciler üzerinden lanetleyen bir yazıyı beş farklı Amerikan gazetesinde yayınladı (link). ABD medyasında kendine yer bulamayan Suriye haberleri manşetten verilir oldu.

Daha da garibi ise, IŞİD öcü yapan, uzaylı yapan ABD medyası PYD’yi, PKK’yı ve peşmergeleri kahraman gibi gösterir oldu.

İşte Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın meşhur terimi “algı operasyonu” bu olsa gerek. Birkaç hafta içerisinde Batı medyası ve onu takip eden Türk medyası IŞİD’i yok edilmesi gereken bir tehdit olarak göstermeyi başardılar.

Peki ya gerçek nedir?

Adeta bir sinema filmi oynuyor gibi. IŞİD büyük bir başarıyla Suriye ve Irak’ta çok önemli bölgelerin yönetimini ele geçiriyor. Savaştıkça büyüyor, büyüdükçe savaşıyor. Birçok yerde Sünnî halkın desteğini de yanına alarak, kurumlar oluşturuyor ve devletleşiyor. IŞİD için her şey çok güzel giderken, karşısında alt edebileceği dişine göre düşmanlar varken ve dünyanın geri kalanı pek de umursamazken, IŞİD elinde aylardır rehin tuttuğu ABD’li ve İngiliz gazetecilerin idamına karar veriyor ve bu kararı uyguluyor. Bu infazların görüntülerini de bütün dünyaya gösteriyor. Yine aylardır elinde tuttuğu Türk rehineleri ise – sebebini belki de hiçbir zaman bilemeyeceğiz – salıveriyor. IŞİD böylece bütün Batı dünyasını karşısına almayı başardı, adeta kendi bacağına kurşun sıktı. Peki IŞİD’i yöneten insanlar, sözde halifeleri, komutanları vs. bunu göremeyecek kadar basiretsizler miydi? Esad rejimine karşı savaşırlarken muhalif kimliğiyle dünyanın sempatisini kazanan bu örgüt, bu gazetecileri neden öldürdü? Neden doğrudan Obama’yı hedef alan açıklamalar yaptı? Neden adeta gel ey Amerika, havadan yağdır bize bombalarını diye adeta yalvardı?

Anlamak mümkün değil. Ortadoğunun ateşi giderek kızıyor, harlanıyor. Din adına, bu dinin mensupları ölüyor, mahvoluyor. Mezhepler arasındaki ayrılık derinleşiyor, düşmanlık şiddetleniyor. Zavallı ülkemiz ise bugün eski düşmanımız PKK veya PYD ile kolkola savaşmaya hazırlanıyor. Sayın Bakan Yalçın Akdoğan televizyonlara çıkıp “Ey PKK! Kandil yan gelip yatma yeri değildir” diye açıklamalar yapıyor. IŞİD sayesinde PKK ve PYD meşrulaşıyor.

Önümüzdeki aylarda neler olacağını kestirmek imkansız gibi. Esad gitti gidecek diyen Dış İşleri Bakanımız bugün Başbakanlık koltuğuna geçeli aylar oldu, Esad hala yerinde. Büyük şaheser “Stratejik Derinlik”in müellifinin öngöremediğini benim öngörmem beklenemez herhalde…

Bir öngörüm var ama. ABD IŞİD’i kullanarak Türkiye’yi sıkıştırmaya hazırlanıyor. ABD IŞİD’i lanetlerken, PYD’yi ve tabii PKK’yı yüceltiyor, meşrulaştırıyor. ABD güdümlü bir Kürt devletinin temelleri atılıyor. Tam da cumhuriyetimizin 91. yılını kutladığımız günlerde, ABD baskısıyla peşmerge askerleri topraklarımızdan geçerek Kobani’ye gidiyor. Peşmerge askerleri “Biji Serok Obama” (Yaşasın Başkan Obama) sloganlarıyla karşılanıyor. Kürtler ABD’nin Ortadoğu’daki yeni müttefiki olma yolunda hızla ilerliyor. Türkiye ise giderek etkinliğini kaybediyor…

Bu karanlık tabloya rağmen uzun vadede ibrelerin yeniden ülkemiz lehine döneceğini düşünüyorum. Yaşananlar kısa vadeli pazarlıkların sonucudur. Kürtler geçmişte olduğu gibi Amerika tarafından yine kullanılacak ve yine yarı yolda bırakılacaktır. Türkiye ise en önemli bölgesel güç olduğunu tekrar kanıtlayacaktır.

Ahmet Davutoğlu ile AKP, Hedef Türkiye 2023

AKP’de Tayyip Erdoğan’ın köşke çıkmasının ardından başbakanlık için iki isim öne çıkıyor: Ahmet Davutoğlu ve Abdullah Gül. Bana kalırsa, Ahmet Davutoğlu 28 Ağustos’ta Başbakan olup kabinesini kurmalı. Ve 2015 seçimlerine de AKP, Davutoğlu ile girmeli.

Neden Davutoğlu? Çünkü Tayyip Erdoğan’ın mazlumun sesi siyasetini ve kutuplaştırıcı politikasını o devam ettirebilir. Abdullah Gül ise Cumhurbaşkanlığı görevi boyunca takındığı sakin siyasi tavrını dönüştüremeyecektir.

AKP gücünü Tayyip Erdoğan agresif tavrından aldı. Karşısına bir güç odağı alıp, ona saldırdı hep. Mazlumun, ezilmişin sesi oldu. Hep bir mücadele içinde oldu. Bu ilk başlarda asker ve ulusalcı kesimdi. İç siyasetteki düşmanlar güç yitirip, Tayyip Erdoğan tek muktedir pozisyonuna geldiğinde ise, faiz lobisi, İsrail ve paralel devlet gibi düşmanlar icat edildi.

Düşman değişse de AKP için sonuç aynıydı. Tayyip Erdoğan bu şekilde parti tabanını ve hatta toplumun tamamını diri tuttu. 

Şimdi AKP ve Tayyip Erdoğan’ın hedefi 2023. Bugünkü düşmanı ise dış mihraklar olacak. Reel bir düşman olmasa da bu bir şekilde ete ve kemiğe büründürülecek. Bu düşman BM Güvenlik Konseyinde veto hakkı olan beş büyük devleti ve İsrail’i yöneten küresel sermaye ve güç merkezi olarak lanse edilecek. Bu hayali/gerçek düşman hedefe alınarak “One minute!” denecek ve Ortadoğu halkları barışından, Somali’deki, Afrika’daki fakirliğin bitirilmesinden vesaire bahsedilecek. Tabii ki asıl amaç, toplumu diri tutmak, önüne bir ideal koymak ve 2023’e kadar hız kesmeden büyüyebilmek.

İşte bu siyaseti, Ahmet Davutoğlu başarıyla uygulayabilir. Abdullah Gül ise yumuşak ses tonu ve güleç ifadesiyle AKP’yi tepe aşağı yuvarlanma pozisyonuna sokacaktır.

Öngörülerim bunlardır, ömrümüz yeterse neler olacak göreceğiz…

Namaz vs İçtima

Askerlik görevimin bitmek üzere olduğu son günlerde bolca boş vaktim oluyor. Uzun uzun kitap okuyorum. Tek başıma bir yerlere oturup boş araziye bakıp düşünüyorum.

Bugün askerlikteki içtimalar ile namaz ibadetinin arasındaki benzerlikler dikkatimi çekti. Afyon’lu hemşehrim imam arkadaşım ile de konuştuk biraz. O da hak verdi. Şöyle ki;

Askeriye de asker varsa içtima da vardır. Hiçbir birlik yoktur ki, içtima alınmasın. Dinde namazın farz ibadet olması gibi içtima almak da şarttır.

Askeriyenin müezzini nöbetçi çavuştur. İçtima vaktini haber verir, birliğin komutanı gelene kadar toplar askerleri.

İçtimada birlik içindeki bütün askerler geniş bir alana toplanır. Sayı alınır. Görevliler, içtimaya katılamayacaklar dışında herkes oradadır. Çavuş içtimayı hazırlar ve esas duruşta komutanın gelmesi beklenir.

Daha sonra aynı bir ibadetteki gibi ritüeller uygulanır. Rahat-hazır ol yapılır. Selam durulur, vs. Bu törensel işlem bitince, komutan o gün ne yapılacaksa söyler, askerlerine görev verir.

Bu kadar benzerlik aslında şaşırtıcı değil. Erken İslam toplumunun bir asker toplum olması nedeniyle namazın bir tür içtima olduğu bile söylenebilir. Hz. Muhammed’in seferlere çıkmadan önce cemaati (veya birliği) mescitte toplayıp, bir namaz kıldırdığı da bilinen bir gerçek. Barış zamanlarında ise (aynen bizim TSK birliklerinde olduğu gibi) namazın ardından Allah’tan gelen vahiyler ile emir ve yasakların tebliği, iş bölümü gibi şeyler de yapılırmış.

Şimdi merak ettiğim 2 şey var bu konu hakkında:

1 – İslam öncesi toplumda da namaza benzeyen aynı pratik amaca hizmet eden bir sosyal oluşum var mı?

2 – Günümüzde giderek bireyselleşen toplumumuzda, bireysel olarak kılınan namaz anlamve amaç olarak nasıl değişmiştir? 

 

Koşturmaca

Bugün aklıma geldi, bir baktım ki tam bir yıl olmuş buraya bir şey yazmayalı. En son yazdığım post’da Gezi olaylarından bahsetmişim 2013 yılının temmuz ayında. Bugün ise, tekrar bir şeyler yazmaya niyetlendim ve tam bir yıl sonra o günden buraya neler değişmiş diye baktım.

Bir yıl oldukça uzun bir süreymiş. Son yazdığım yazı ile bu yazı arasında sadece yazı tarzım ve kabiliyetim açısından bile çok farklar mevcut. Okuyarak ve yazmaya çalışarak kendimdeki değişimi hissediyorum.

Geçen bir yılda neler yaptım diye baktım. Düşündüm dakikalarca. Fakat çok fazla hatırlayamadım. Hani işte var ya klişe hasbihal konuşmaları. Ne yaptım sorusuna kendi kendime “koşturmaca” diye cevap verecek oldum. Üzüldüm.

Eski yazılarımı okudukça, baktım ki, yazdığım her yazıyı nasıl ve nerede yazdığımla ilgili canlı hatıralar var aklımda. Son yazımdan buraya geçen bir yılda ise bir anda hatırlayabileceğim pek bir şey yok.

Demek ki bu yüzden yazarmış insanlar…

 

 

Dilin Kemiği Yok

Gezi Parkı olayları hakkında kısaca yazmak istedim…

Olaylar Erdoğan’a yaradı. Dün Kazlıçeşme’de gelmiş geçmiş en büyük miting yapıldı. 500 bin kişi vardı, 1 milyon kişi vardı tartışmasına girmeyeceğim. Veya bedava otobüslerle insanlar taşındı demenin de bir önemi yok. Seçimlere daha 9 ay olmasına rağmen miting alanında heyecan üst seviyedeydi.

Neden?

Gezi Parkı direnişçileri hiç beklenmedik bir şekilde büyük bir destek aldılar. Yine hiç beklenmedik bir şekilde Erdoğan’a 10 yıllık iktidarı boyunca ilk defa geri adım attırdılar. Ama siyaseti Erdoğan kadar iyi bilmiyorlar.

Erdoğan’ın “plesibit” kartına gereken karşılığı veremediler. Direnişi zamanında bitiremediler.

Halbuki direnişi bitirip, bakın Erdoğan’dan nasıl da istediğimizi aldık diyebilirlerdi. Gövde gösterisi yapabilirlerdi. Bundan sonra bizden korkun diyebilirlerdi.

Demediler. Direnişe devam dediler. Plesibit çözüm değildir. Direnişimiz AK Parti iktidarına karşıdır diyerek söylem değişikliği yaptılar:

Taksim Gezi Parkı direnişçileri ve Taksim Dayanışması olarak bu süreç boyunca öğrendiğimiz en önemli şey mücadelenin zaman ve mekânla sınırlandırılamayacağı ve bundan sonra da hayatın, kentin ve ülkenin her metre karesinde ve her anında devam edeceğidir.

Halkın iradesi karşısında boynumuz kıldan incedir demeleri gerekiyordu. Ama onlar “istemezük” tavrına büründüler. Ve o andan itibaren halk desteği 1-2 gün içinde eridi, bitti.

Halk desteğinin azalmasıyla beraber, Erdoğan’ı haklı görenlerin sayısı da artışa geçti.

Mitingin adı bile “Milli İradeye Saygı” mitingiydi. Halkın gözünde Erdoğan demokrat, direnişçiler de anarşist oldu.

Erdoğan bu meseleyi de en az zararla halletti. Siyaseti en iyi bilen siyasetçilerden olduğunu bir daha kanıtladı.

1/77 Breivik Bir Masum Çocuk Eder Mi?

Norveçli katliamcı Anders Behring Breivik’e verilen hapis cezası baya ilgi çekiciydi. 77 kişiyi göz kırpmadan katleden bu canî acaba kaç yıl içeride kalacaktı? Cevap: 21 yıl. Şaşırtıcı bir sonuç tabii bu. İnsanın aklına ilk gelen Breivik’in her öldürdüğü kişi için yalnızca 3 aydan biraz fazla yatacak olması. Ama sonra dedim ki herhalde bir bildikleri vardır…

Bu yüzden ben de bilgim olmayan konularda yorum yapmak istemiyorum. Hiçbir salt veriye dayanmadan yapılan spekülasyonlar boş laftır. Norveçlilerin bir bildiği vardır diye düşünüyorum. Ama sonra Bekir Bozdağ’ın verdiği aşağıdaki röportajı izledim. Kendisi 23. dönem hükümetimizde başbakan yardımcılığı görevini üstleniyor. Aynı zaman da bir hukukçu.

http://www.haberler.com/bozdag-breivik-e-verilen-ceza-hakkaniyetten-ve-3890932-haberi/

İşte Bozdağ’ın konuşmasından alıntılar:

7 insanın katiline öldürdüğü insan başına 3 ay 27 gün hapis cezası verilmiş. İyi halden tahliye olması halinde 1 ay 17 günlük bir kişiyi öldürmenin karşılığı infaz yolunu açan bir karar. Bu karar, insanların adalete olan duygusunu zedelemiştir, inancını yok etmiştir. Bu karar aşırı sağcıları memnun eden bir karardır. Yeni Breivikleri azmettirici bir karar. Tahrik edici bir karar. Aşırı sağcıları başkaca cinayetler ve katliamlar gerçekleştirme konusunda cesaretlendirici tahrik edici bir karar. Onlara yol gösterici bir karar. Böyle bir karar olamaz. Yani 77 insanı öldürecek bir kişi, toplam 21 yıl ceza vereceksiniz. Her insan başına 3 ay 27 gün hapis düşecek. Yatarı da kişi başına bir ay 17 gün olacak. Bunu vicdanlar kabul etmez, adalet kabul etmez. Hiçbir şey kabul etmez.

Umarız ki bu konuyla ilgili Norveç yasama organı mevzuatını yeniden gözden geçirir. Bu tür radikal ve aşırı sağcı kişilerin yeni cinayetler işlemesine bu karar zemin hazırlamaz. Dileğimiz temennimiz o dur. Yeni Breivikler türemez, dileğimiz budur.

Ben kendi adıma verilen cezayı değerlendirirken “kişi başına şu kadar düşüyor” diye hesap yapmaktan kaçınmıştım. Fakat gördüm ki, Sayın Başbakan Yard. Bekir Bozdağ konuyu sadece bu yönüyle ele almış. Baya baya oturup bakkal hesabı yapmış şöyle olsa bu kadar düşüyor, böyle olsa bu kadar düşüyor diye…

Peki buradan soruyorum, ceza hukuku bu mudur? Hala ortaçağ insanı gibi kısas mı uygulamalı? Bir kişi 77 kişiyi öldürdü diye 21 yılı beğenmiyoruz, diyelim ki idam cezası almış olsa, her bir ölen kişinin hayatının değeri suçlunun hayatının 1/77 oranında mı değerlidir? Veya Behring müebbet hapis cezasına çarptırılmış olsa ve daha 55 yıl yaşasa yine her öldürdüğü kişi için yalnızca 8 aydan biraz fazla yatmış olacak? Peki bu mu daha doğrudur Sayın Bozdağ? Bu mu adalettir, hakkaniyettir?

Evet, ceza hukuku sanılanın aksine böyle bakkal hesabı ile ilerlemiyor. Verilen cezaların asıl amacı kamu vicdanını rahatlatmak, ölenlerin yakınları için intikam alma değil, suçluyu rehabilite edip tekrar topluma kazandırmak ve aynı suçların tekrarlanmasını engellemek. Basitçesi bu. Daha fazla yorum yapmak benim haddime değil. Ama en azından bakkal hesabına takılıp buradan ey Norveçliler, bakın yeni Breivikleri türeteceksiniz diye nida çekmedim. Bundan dolayı mutluyum.

Kaza

Atatürk’ün manevi kızı Ülkü Adatepe trafik kazasında ölmüş…

Yakın geçmişte trafik kazalarında ölen insanların bir listesi yapılsa, bu ülke yollarda daha kimleri, neleri kaybetti bir bakilsa: milletvekilleri, bilim adamları, sanatçılar ve birçoğu haber bile olamayan zavallı vatandaşlarımız (günlük ortalama 8 kişi – bknz. TÜİK istatistikleri)…

Hala emniyet şeridinden gidip birkaç araç geçmeyi kar bilenler, kırmızı ışık ihlali yapmayı akıllılık sayanlar, ambulans peşinden gidenler, önünde hız limitiyle seyreden araca selektör yapanlar, emniyet kemeri takmamayı cesaret göstergesi sananlar, hatalı sollayanlar, sağlayanlar (!), yayalara yol vermek yerine üstüne üstüne sürenler, bisikletliye, motorbisikletliye yol vermeyenler, çocukların top oynadığı sokaklarda hız yapanlar,

ve DAHA NİCELERİ;

sizin yaşamınız değersiz olabilir, doğal seleksiyon sonucu bu toplumdan silinip gidersiniz umarım,

ama toplumun geri kalan saygılı fertlerine zarar vermeyin, gidin kendinizi yüksek bir binadan asağı atın daha iyi…

The (Purity) Ring

I recently watched the premiere of the 13th season of South Park.  Its title is The Ring. Although I love this show, I had never watched this episode. Like most episodes, this episode is full of metaphors and criticism of real stuff in the world.

In this episode, they criticize Disney and how Disney uses sex to attract teenagers’ attention and they work their way around it with their little tricks. Specifically, this episode focuses on Jonah Brothers and their purity rings. Jonah Brothers is a Disney band. It is what is called a boy band. Three attractive dudes with little artistic ability singing about love getting teenager American girls crazy… Disney has been criticized before for selling sex to teenagers. Other Disney Channel celebrities ended up getting a lot of criticism to Disney by their acts considered to be inappropriate by society (pre-marital sex, drugs, alcohol abuse). So, this time, Disney takes matters in hand and makes Jonah Brothers wear purity rings. Rings that symbolizes a vow to abstain from premarital sex. Obviously, Jonah Brothers wearing those rings and advertising their purity and faith makes it justified for Disney to keep selling sex to teenagers.

I watched some youtube videos about the band. Reading the comments below confirmed what the South Park episode claimed. All comments were, most probably, written by teeanger girls and they all went something like “joe looks rly hott in this video.. but hes always hott!” with nicknames like “MegaLove1994”.

Well, don’t take it from me! Take it from the boys in South Park. Watch the episode. And beware of the stuff your daughters watch on TV.

http://www.southparkstudios.com/full-episodes/s13e01-the-ring

And here is a link for a Jonah Brothers video on youtube.

http://www.youtube.com/watch?v=qM6JXZCm_yU

Edwardsville vs Istanbul

Bir süredir bisikletçiliğe sardim. Bol bol bisiklet sürüyorum. Mesela bu cumartesi günü35 km bisiklet sürdüm. Daha önce bisikletle bu kadar uzun mesafe almamıştım. Yaklaşık 3 saat boyunca neredeyse aralıksız bisiklet kullandım. Peki bugüne kadar hiç böyle bir ilgisi olmayan ben neden böyle bir işe kalkıştım?

Basit bir cevabi var. Yasadığım yerde 100 milden fazla bisiklet yolu var. Öyle olunca bisiklet sürmemek elde değil.

Sadece benim için geçerli değil tabii bu. Bisiklet yolunu her kullandığımda, genç-yaşlı bir çok insan görüyorum – hatta çoğunluk yaşlı. Bisiklet yolunda dahi insanların birbirlerini saygılı bir şekilde geçmeleri işte medeniyet budur diye hissetiriyor bana.

İster istemez, İstanbul’da bu konuda durum nedir diye baktım. İnternette kısa süren bir araştırma sonucunda İstanbul’da buradaki standartlarda bisiklet yolu 3 farklı yerde var. Uzunluk 30kilometre gibi birşey – tam uzunluğu bilmiyorum çünkü bir bisiklet yolu haritası gibi birşey yok.

Maalesef, İstanbul, ülkemizin en büyük şehri, orta boy midwestern ABD kasabasından geri kaldı bu konuda. Self-loathing yapıyor gibiyim sürekli ama maalesef bu durum birçok başka konular için de geçerli.

Son olarak, çok sevdiğim bu bisiklet yolunda çektiğim bir kaç fotoğrafı paylaşıyorum: