Ucuz Emek Türkiye’si

Evvelden beri yazmak istediğim bir konu vardı. 1 Mayıs İşçi Bayramı ile tekrar aklıma geldi. Öncelikle, 1 Mayıs günü kutlanan İşçi Bayramı veya resmi adıyla Emek ve Dayanışma gününün amacı nedir? Siyasi emeller dışında asıl amacı, bu bayram genel anlamda emeğe saygının gerekliliğini hatırlatmalıdır insanlara, bana göre.

Emeğe saygıyı çok geniş ele alacağım. Emeğe saygı sadece fabrika işçilerine daha iyi maaş, daha iyi çalışma şartları istemek demek değildir. Zaten, emekçi deyince akla sadece fabrika işçisi de gelmemelidir. Her gün, hepimiz farklı işlerde emek sarf ediyoruz. Bir ödev hazırlamak, proje yapmak yada sınava girmek dahi emek sarfetmektir bana göre – her ne kadar maaş karşılığında yapılmamış olsa da (ödevleri gereken önemi vermeden notlandıran, öğrenciyi ölçmede yetersiz, adaletsiz sınavlar hazırlayan İ.T.Ü’lü hocalarıma duyurulur).

Bu yazıyı yazıyorum, çünkü emeğe gereken saygıyı duymuyoruz. Günlük hayatımızda sürekli “emekçiler”le muhatap oluyoruz. Onların çalışma alanlarında bulunuyoruz. Ama birçok kez yaptıkları işlerin farkına bile varmıyoruz. Bir örnek, her sabah metrobüs duraklarında sigara içen – kanuna göre yasak ve uyarı levhaları bulunmasına rağmen – insanlar sigara izmaritlerini yere atıyorlar. Oysa o durakları dahi temizleyen insanlar var. Hatta, ülkemizdeki bütün sokaklar günlük temizleniyor. O kadar çok temizlik işçisi çalışıyor yani. Eğer sokakları hala pislik götürüyorsa, emeğe saygıda bir problem var demektir. Her gün okuldaki sınıflarda insanlar çay, kahve bardaklarını masaları üzerinde bırakıyorlar. Hatta bunları sıraların alt gözüne koymak adı konmamış bir adet haline geldi. Ama o sınıflarda her gün temizleniyor. Öğrencilerden, yaşça büyük, Ordu’lu emekli bir amca tarafından.

Meseleye diğer açıdan da bakmak lazım. İşveren açısından. AVM’lerde LPG kontrolü yapan güvenlik görevlileri, yine AVM’lerde kapılarda metal dedektörlerin ötmesine rağmen herkesin geçmesine izin vermekle görevli güvenlik görevlileri, okulumda bütün gün tek işi 2 TL alıp jeton vermek olan görevli, metrobüs duraklarında bütün gün küçük bir kabin içinde bilet satan görevliler, bunlar gibi acımasız işlerde çalışan bir çok insan… Acımasız işler diyorum, çünkü bu işler hiçbir beyin aktivitesi gerektirmiyor. İnsanlarla interaksiyon içermiyor. İş değişimi (job rotation), iş farklılaştırması (job differentiation) içermiyor. Ergonomik iş alanlarında görülmüyor bu işler. Böyle bir işte çalıştığınızı düşünün. Akıl sağlığınızı koruyabilir misiniz? Böyle işlerin toplumdaki sosyal statüsüne hiç girmiyorum bile.

İşverenler de, asgari maaş karşılığında, bir işçinin her türlü işi yapmak zorunda olduğunu düşünmemelidir. Asgari maaş alan işçi, işçidir. Köle değildir. 1 metrekare kabin içinde bütün gün beklemek zorunda olmamalıdır. Tüm gün tek bir insanla konuşmadan iş görmemelidir.

Biraz empati bütün bu sorunları çözer diye düşünüyorum (bir de başlıktaki durum değişir, emek pahalılaşırsa o zaman da çözülür bu işler).

Update 1: Bu yazıyı yazdıktan sonra farkettim ki gerçekten İstanbul’da sokakta çöp kutusu bulmak zor iş. Bir de artık belediyelerimiz şunu kabul etsin, insanlarımız fazlaca sigara içiyor. Özellikle sigara yasağından sonra sokakta içiliyor sigara. Sigara izmaritlerinin yere atılmaması için belediyelerin izmarit kutusu gibi çözümler üretmeleri gerekiyor.

Update 2: Bu yazıyı yazdıktan yaklaşık 3 hafta kadar sonra metrobüs’te bilet satanlar insanlarla ilgili bir yazı çıkmış Zaman gazetesinde. Hatta Gişe Memuru isimli bir film çekilmiş bu insanlar hakkında. Burada paylaşmak istedim: http://zaman.com.tr/haber.do?haberno=1134270&title=bir-metrekareye-sikisan-hayatlar